Yönetmen: Jens Lien
Orijinal Adı: The Bothersome Man / Den brysomme mannen
Yapım Yılı: 2006
Andreas tamamen yabancısı olduğu bir şehirde yeni bir hayata başlamaktadır. Ancak, bu yeni şehrin hem insanlarının hem de kurallarının hiç de alışık olmadığı bir hayata ait olduğunu kısa sürede görecektir. Kendisini karşılayan kişinin 'alışırsın' dediği bu hayata alışabilecek midir?
Tür: Dram, Fantastik
Yazar: Per Schreiner
Kast: Trond Fausa, Petronella Barker, Per Schaanning
Imdb: 7.3
Öne Çıkanlar:
Tek kişilik bir otobüs yolculuğunun sonunda kendisini ıssız bir ülkenin daha ıssız bir benzin istasyonunun önünde bulur, Andreas. Nerede olduğunun ayırdında değil gibidir. Yaptığı yolculuğun kendisini harap düşürdüğü her halinden belli olan Andreas, Wim Wenders'in Paris,Teksas filminin hemen başında çölde bir benzin istasyonuna varan Travis'i kadar çeresiz, bitkin ve yıpranmış görünmektedir. Uzun bir yolculuk geçirdiği muhakkaktır.
Issız ülkede kendisini "hoşgeldin' pankartı ile karşılayan kişi de bir o kadar soğuktur aslında. Bu benzin istasyonu sanki yeni ülkeye gelen kişilerin tepkilerinin ve beklentilerinin ölçüldüğü bir giriş kapısıdır. Karşılayıcı, Andreas'ı yeni şehrindeki kalacağı yere götürüp, yerleştirdikten sonra, ertesi gün başlayacağı işle ilgili bilgileri verir; ancak Andreas şaşkındır, "çalışması mı gerekmektedir bu yeni hayatta?" İşte tüm film bu soru etrafında şekillenecektir.
Kusursuz şekilde kurgulanmış ama bir o kadar da soluk ve soğuk bir hayatın içinde bulur kendini, Andreas. İnsanlar güzel, bakımlı ama tepkisizdir. Üst kattan atlayıp korkuların üzerine düşerek intihar etmiş adama bile çevreden geçenler ilgi göstermezler, 'görevliler' gelip adamdan kalanları toplarlar sadece.
Yeni hayatında sosyalleşmeye çalışan Andreas, güzel bulduğu kadınlara küçük kurlar yaparak onlarla kolayca beraber olabildiğini farkeder. Cinsel ilişkileri de hayatın diğer kalanı gibi ruhsuz sadece mekaniktir. Bu mekanik dünyanın kurallarını merak eden Andreas, bir kağıt kesme makinasında kasten işarete parmağını keser. Ertesi gün 'görevllerce' sarılmış elini açtığında işaret parmağı kusursuz şekilde yerindedir. İşaret parmağının bu kusursuzluğu aslında yeni hayatının şifrelerinin ilk işaretidir. Andreas kısa sürede bu dünyanın tüm duygulardan, ve duyulardan (acı, koku, lezzet gibi) arınmış olduğunu farkedecektir. Bu farkındalık onu bu durumdan şikayet ettiğini şanseseri duyduğu gizemli adamın peşine düşürür. Bu arayış kendi eşini bulmaya çalışma arayışıdır belki. Gizemli adamın yaşadığı bodrum katı bulduğunda, tavanda kıpraşarak ışık saçan ampüllerin altında oradaki çok küçük bir 'yarıktan' gelen kokuyu da alır. Bu dünyada aldığı tek kokudur.
Kadınlarla ilişkilerinde de aradığı duygusallığı bulamayan Andreas bir metro istasyonunda sadece mekanik olarak öpüşen çiftleri seyrederken kendini hızla gelen trenin önüne bırakır. Çok ironik şekilde Anna Karanina tarzı bir intiharı seçmiştir. Bu intihar girişimi filmin çözüm noktasıdır aynı zamanda. Üzerinden defalarca tren geçmesine rağmen Andreas bir tür zombiye dönüşerek tünelden çıkar ve eski hayatına döner. Bu yeni hayatta ölmek de mümkün değildir; burası Öbür Dünya'dır o zaman. O nedenle de Andreas bu dünyada çalışmak zorunda olmasına anlam verememiştir başlangıçta. Yani ölüm sonrası yaşadığı deneyimin de farkındadır.
Öbür Dünya'nın keşfi ile artık filmin başından itibaren gözönüne serilen metaforik öğeler gün ışığına çıkar; temizlik görevlileri aslında beden tamircisi de olan zebaniler, duygudan arınmış insanlar - ruhları belki de bodrumdaki ışıklara hapsedilmiş- sadece bedenlerdir, bu yüzden otobüs her defasında tek yolcuyla gelmekte, tekerlek izleri de bir noktada kaybolmaktadır. Zevk yoktur çünkü artık ölüm de yoktur; zevki zevk yapan aslında onun sonlu olduğunu bilmek değil midir? Bu yeni dünyada bebek ve çocuk olmaması da büyük olasılıkla buranın cehennem olduğunun göstergesidir. Sonsuza kadar ruhsuz, zevklerden ve tatlardan arınmış yaşamaya mahkum olmuş 'bedenler'in cehennemi.
Martin Heidegger, insan varoluşunun ancak ölümle beraber gerçekleşebileceğini söyler. Zira ölüme kadar yapıp ettiklerimiz ve algıladıklarımız her an bizi yeni bir insana dönüştürmektedir. Varoluşçulukta ölüm sonrasının sorgulaması olmaz, zira varlık yoksa öz (ruh) da tanım itibari ile olmamalıdır. Jens Lien de işte tam bu noktada post-varoluşçu bakış açısıyla 'ölüm sonrası bir 'yaşam' olsaydı nasıl olurdu'yu sorgulatmak istemiş seyrcisine. Yani varoluşu tamamlanmış bir insanın, arzu ve duygulardan arınmış halinin aslında onu bir 'wanton'a yani sadece isteklerini/ihtiyaçlarını gidermeye odaklanmış bir canlıya dönüştürmesini sorgulatırken, bu dünyada bile 'wanton'lar gibi yaşayanlara da derin bir eleştiri getirmiş.
Peki Andreas bu farkındalıkla, gerçek dünya ile tekrar ilişkiye geçmesini sağlayabileceğini düşündüğü o gerçek dünya kokusunun (özleminin) peşinden gidebilecek midir? Orası da filmin kalan son sürprizi olsun.
Ender Şenkaya
Ödüller:
Orijinal Adı: The Bothersome Man / Den brysomme mannen
Yapım Yılı: 2006
Andreas tamamen yabancısı olduğu bir şehirde yeni bir hayata başlamaktadır. Ancak, bu yeni şehrin hem insanlarının hem de kurallarının hiç de alışık olmadığı bir hayata ait olduğunu kısa sürede görecektir. Kendisini karşılayan kişinin 'alışırsın' dediği bu hayata alışabilecek midir?
Tür: Dram, Fantastik
Yazar: Per Schreiner
Kast: Trond Fausa, Petronella Barker, Per Schaanning
Imdb: 7.3
Öne Çıkanlar:
Tek kişilik bir otobüs yolculuğunun sonunda kendisini ıssız bir ülkenin daha ıssız bir benzin istasyonunun önünde bulur, Andreas. Nerede olduğunun ayırdında değil gibidir. Yaptığı yolculuğun kendisini harap düşürdüğü her halinden belli olan Andreas, Wim Wenders'in Paris,Teksas filminin hemen başında çölde bir benzin istasyonuna varan Travis'i kadar çeresiz, bitkin ve yıpranmış görünmektedir. Uzun bir yolculuk geçirdiği muhakkaktır.
Issız ülkede kendisini "hoşgeldin' pankartı ile karşılayan kişi de bir o kadar soğuktur aslında. Bu benzin istasyonu sanki yeni ülkeye gelen kişilerin tepkilerinin ve beklentilerinin ölçüldüğü bir giriş kapısıdır. Karşılayıcı, Andreas'ı yeni şehrindeki kalacağı yere götürüp, yerleştirdikten sonra, ertesi gün başlayacağı işle ilgili bilgileri verir; ancak Andreas şaşkındır, "çalışması mı gerekmektedir bu yeni hayatta?" İşte tüm film bu soru etrafında şekillenecektir.
Kusursuz şekilde kurgulanmış ama bir o kadar da soluk ve soğuk bir hayatın içinde bulur kendini, Andreas. İnsanlar güzel, bakımlı ama tepkisizdir. Üst kattan atlayıp korkuların üzerine düşerek intihar etmiş adama bile çevreden geçenler ilgi göstermezler, 'görevliler' gelip adamdan kalanları toplarlar sadece.
Yeni hayatında sosyalleşmeye çalışan Andreas, güzel bulduğu kadınlara küçük kurlar yaparak onlarla kolayca beraber olabildiğini farkeder. Cinsel ilişkileri de hayatın diğer kalanı gibi ruhsuz sadece mekaniktir. Bu mekanik dünyanın kurallarını merak eden Andreas, bir kağıt kesme makinasında kasten işarete parmağını keser. Ertesi gün 'görevllerce' sarılmış elini açtığında işaret parmağı kusursuz şekilde yerindedir. İşaret parmağının bu kusursuzluğu aslında yeni hayatının şifrelerinin ilk işaretidir. Andreas kısa sürede bu dünyanın tüm duygulardan, ve duyulardan (acı, koku, lezzet gibi) arınmış olduğunu farkedecektir. Bu farkındalık onu bu durumdan şikayet ettiğini şanseseri duyduğu gizemli adamın peşine düşürür. Bu arayış kendi eşini bulmaya çalışma arayışıdır belki. Gizemli adamın yaşadığı bodrum katı bulduğunda, tavanda kıpraşarak ışık saçan ampüllerin altında oradaki çok küçük bir 'yarıktan' gelen kokuyu da alır. Bu dünyada aldığı tek kokudur.
Kadınlarla ilişkilerinde de aradığı duygusallığı bulamayan Andreas bir metro istasyonunda sadece mekanik olarak öpüşen çiftleri seyrederken kendini hızla gelen trenin önüne bırakır. Çok ironik şekilde Anna Karanina tarzı bir intiharı seçmiştir. Bu intihar girişimi filmin çözüm noktasıdır aynı zamanda. Üzerinden defalarca tren geçmesine rağmen Andreas bir tür zombiye dönüşerek tünelden çıkar ve eski hayatına döner. Bu yeni hayatta ölmek de mümkün değildir; burası Öbür Dünya'dır o zaman. O nedenle de Andreas bu dünyada çalışmak zorunda olmasına anlam verememiştir başlangıçta. Yani ölüm sonrası yaşadığı deneyimin de farkındadır.
Öbür Dünya'nın keşfi ile artık filmin başından itibaren gözönüne serilen metaforik öğeler gün ışığına çıkar; temizlik görevlileri aslında beden tamircisi de olan zebaniler, duygudan arınmış insanlar - ruhları belki de bodrumdaki ışıklara hapsedilmiş- sadece bedenlerdir, bu yüzden otobüs her defasında tek yolcuyla gelmekte, tekerlek izleri de bir noktada kaybolmaktadır. Zevk yoktur çünkü artık ölüm de yoktur; zevki zevk yapan aslında onun sonlu olduğunu bilmek değil midir? Bu yeni dünyada bebek ve çocuk olmaması da büyük olasılıkla buranın cehennem olduğunun göstergesidir. Sonsuza kadar ruhsuz, zevklerden ve tatlardan arınmış yaşamaya mahkum olmuş 'bedenler'in cehennemi.
Martin Heidegger, insan varoluşunun ancak ölümle beraber gerçekleşebileceğini söyler. Zira ölüme kadar yapıp ettiklerimiz ve algıladıklarımız her an bizi yeni bir insana dönüştürmektedir. Varoluşçulukta ölüm sonrasının sorgulaması olmaz, zira varlık yoksa öz (ruh) da tanım itibari ile olmamalıdır. Jens Lien de işte tam bu noktada post-varoluşçu bakış açısıyla 'ölüm sonrası bir 'yaşam' olsaydı nasıl olurdu'yu sorgulatmak istemiş seyrcisine. Yani varoluşu tamamlanmış bir insanın, arzu ve duygulardan arınmış halinin aslında onu bir 'wanton'a yani sadece isteklerini/ihtiyaçlarını gidermeye odaklanmış bir canlıya dönüştürmesini sorgulatırken, bu dünyada bile 'wanton'lar gibi yaşayanlara da derin bir eleştiri getirmiş.
Peki Andreas bu farkındalıkla, gerçek dünya ile tekrar ilişkiye geçmesini sağlayabileceğini düşündüğü o gerçek dünya kokusunun (özleminin) peşinden gidebilecek midir? Orası da filmin kalan son sürprizi olsun.
Ender Şenkaya
Ödüller:
- Cannes Film Festival 2006
- Winner ACID Award -Jens Lien
- Montréal Festival of New Cinema 2006
- Winner Quebec Film Critics Award -Jens Lien
- Winner Special Mention -Jens Lien
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...