Yönetmen: Alexander Payne
Kuzey Amerika kıtasını Amerika Birleşik Devletleri haline getiren en önemli unsur belki de ilk yerleşimcilerinden bugüne gelen bitmek bilmez bir 'peşinde koşma' dürtüsü olsa gerek. Eski Dünya'larını, arkalarında genelde hiçbir şey bırakmadan terk eden bu insanların yürüyüşünün halen sona ermediği ortada.
Amerikalı ilk yerleşimcilerin Doğu'dan Batı'ya yürüyüşlerini motive edici etmen bir altın tutkusuydu. Kendisi de kırmızı akan Colorado nehrine ulaşıp, hayallerinin peşinde koşarken, yol üzerinde kurdukları kasabalarda da belki dünyada ilk kez sistematik bir spekülasyon yöntemini keşfetmiş oldular; kasabaları kuruyor, arkadan gelenlere oradaki canlılığı göstererek maliyetinin iki ila beş katına satıyor, kendileri ilerleyerek kazançlarını yeni kasabalar kurmaya harcıyorlardı (F.Braudel, A History of Civilizations). Gerçek 'altın'ı bulmalarına da gerek kalmamıştı, fırsatlar altın değerindeydi. Daha sonra 'Amerikan Rüyası' olarak adlandırılacak bu refaha ulaşma yöntemi böyle bir 'peşinden koşma' tutkusu ile başlamıştı.
Yeni Dünyanın yeni ruhunu en iyi yakalamış kişilerden birisi de Bağımsızlık Bildirgesi'ni (1776) -biraz da John Locke etkisiyle kaleme alan Thomas Jefferson'dı. Bağımsızlık Bildirgesi, "Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır; Yaradan’ları tarafından bağışlanmış, belli bazı vazgeçilemez haklara sahiptirler; yaşam, özgürlük ve mutluluğun peşinden koşma hakları(*) da bunların arasındadır. " diye başlıyordu. Her ne kadar o gün itibari ile kendisi de 150 kadar köle sahibi olan Jefferson için, 'bütün insanlar' siyahileri içermiyor olsa da, dünya anayasalarının tarihi açısından bu çok önemli bir eşik olacaktı.
Hayatını genelde bir 'kaybedenler kulübü' üyesi olarak geçirdiği anlaşılan Woody de, postadan çıkan ve 'bir milyon dolar kazandığını' belirten kağıt parçasına bir altın bulmuşçasına yapışacaktır. Bu kağıt parçası, hor görüldüğü onlarca yılın bir tür intikamının sembolü haline gelir bir yandan. Açık dolandırıcılığın farkında olan oğlu David, babasının belki de son arzusunu yerine getirmek için onunla yola çıkmaya karar verir. Batı'ya doğru 'altına hücum' rotasını takip ederek yaptıkları yolculuk, baba ile oğulu birbirine daha da yaklaştıracak ve Freud tarzı bir 'babaya dönüş' eylemine dönüşecektir. Ve 'kendi mutluluğun peşinden koşan' Woody'yi, David yol üzerindeki ilk durakları Rushmore Dağı'na götürür. Bir tür Jefferson'a saygı noktasıdır sanki. Woody, Jefferson'ın yarım kalmış heykeline burnunu bükerek bakar; sanki burnunu büktüğü şey gerçekleşmemiş Amerikan rüyalarının tümüdür.
Yolculuk diğer taraftan da yıllardır görülmemiş ve akla gelmemiş aileyle ve geçmişin açık kalmış yaralarıyla yüzleşilen bir hal alır. Yol üzerinde Woody'nin daha önce hiç bilmediği sırları ile tanışan David giderek babasının küçük hayallerini gerçekleştirmeyi kendine amaç edinir; adı 'David' olduğu için yolda bir de geçmişin 'Goliath'ını yere sermesi de dahil.
Asıl olan yine hedefe varmak değil, yolculuğun kendisi olmuştur. Sonunda yaşanacak hayal kırıklığının bir önemi kalmamıştır.
Ender Şenkaya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...