Yönetmen: Mohammad Rasoulof İngilizce Adı: There was no evil
Yapım Yılı: 2020
Ölüm cezası açmazında bir despotik rejim ve bu cezayı uygulamak durumunda
kalan insanların kendileri ve hayatlarına dokunmak durumunda oldukları diğer
insanlar ile yüzleşmeleri üzerine dört hikaye. "Yaşam" ve "geçim"in dramatik
ikileminde sıkışan insanların öyküleri.
Tür: Dram
Yazar: Mohammad Rasoulof
Kast: Zhila Shahi, Baran Rasoulof, Mohammad Seddighimehr
Öne Çıkanlar:
İran’da kemikleşmiş radikal dinciliğin çizdiği sınırlara razı gelmeyen
gençlerin başlattığı hareket sonrası o gencecik insanların darağaçlarına
gönderilmeye başladığı günlerde izlemek daha da zor geldi “Şeytan
Yoktu”yu. İktidarın ayrılmaz parçası kudret gösterme ihtiyacının
başgösterdiği hiçbir yerde aslında ayrıca bir şeytan aramaya gerek yok,
demek istemiş olmalı filmini adlandırırken Rasoulof.
Cellat ve kurban arasındaki ilişki, insanlığın karanlık tarihi kadar eski.
Baltayla boyun vurmaktan, darağacının altındaki sehpayı çekmeye ya da kurbanın
oturtulduğu atı kamçılamaya, giyotinin ipini kesmeye, idam mangasının önünde
kurşuna dizmeye, Yedikule’de boğdurmaya, elektrikli sandalyenin düğmesine
basmaya, gaz odasındaki zehrin serbest bırakan mekanizmayı harekete geçirip
yavaşça altındaki suyla kimyasal reaksiyona girmesini beklemeye kadar sayısız
idam yöntemi geliştirmiş insan “yaratıcılığı”.
Giderek, hemen tüm idam yöntemlerinde cellat-kurban ilişkisinde celladın
anonimleştirilmesi amaçlanır olmuş. Kimi zaman celladın yüzü gizlenmiş
maskelerin ardına, kimi zaman kurbanın celladını görmesi engellenmiş, kimi
zaman da idam mangalarında kuru sıkıların yanında birkaç gerçek kurşun
dağıtılmış. Belki de hepsi, kurbanın eğer varsa öteki dünyada celladını
bulmasının önüne geçmeyi hedeflemiş olmalı, eski efsanelerdeki dillendirildiği
gibi ya da en azından ümitsizce “belki de öldüren ben değildim”
içselleştirmesine sığınmak ümit omuş.
Ölen yılanın gözünde öldüren kişinin resminin kaldığını, ve bu nedenle
yavrularının ya da eşinin sonunda o kişiyi bulup öldürdüklerini anlatmıştı bir
halk efsanesine atıfla Metin Erksan, Yılanların Öcü’nde. O nedenle öldürülen
yılanın üzerine toprak örtülüp gözlerinin kapatılması adet olmuş Anadolu’da.
Aynı arkaik simgeler bugünün “modern” idamlarında da saklı olarak yaşamaya
devam ediyor. Fakir Baykurt’un 1954 tarihli aynı adlı romanından uyarlama
filmde küçük hesaplar peşinde koşmakta olan zalimleşmiş siyasetçi ve
bürokratların yok etmek istedikleri aydınlık, güzel insanlar konu edilir.
Aradan geçen üç çeyrek asırda pek az şeyin değiştiğini görmek üzücü.
Her nasıl olursa olsun, insanlığın tarih doktrini, hemen tamamı
“öldürmeyeceksin” emri ile başlayan dinler tarihi ile sözümona halk adına
karar veren mahkemelerin hükümlerini uygulayacak cellat-kurban ayrımını
içselleştirecek bir formül üretememiş; Rasoulof’un cellatlarında olduğu gibi.
“İçselleştiremiyorsan yabancılaş” formülü ile çare bulunmaya çalışılmış
“modern” idam yöntemlerinde. Şafak ağarmadan kalkmak, otomobiliyle boş
caddelerden geçip iş yerine ulaşmak, çayını demlemek, bir siren sesini
duyduğunda düğmeye basmak, göz deliğinde platform açılmış mı diye bakmak,
çayını yudumladıktan sonra, platformun (sehpanın) altına birikmiş kurbanlardan
damlamış sıvıları temizlemek, çocuğunu ve eşini alarak markete gitmek, yaptığı
işin karşılığı ödenen parayla sevdiklerine hoşlandıkları şeyleri almak.
İçselleştirmesi hayli güç bir hayat tarzı. Genelde arkasına sığınılan “ben yapmasam başkası yapacaktı” argümanına rağmen güç. Ki, celladın, kurbanına en çok yabancılaştırıldığı
ilk öyküde bile güç. Zaten idam mangasında kurbanına tetiği çekecek askerin
her ne pahasına olursa olsun direnişi de sanki insanın zulme başkaldırısı
haline geliyor ikinci öyküde. Diğer öyküler de sizlere kalsın.
İdam, bir ceza yöntemi midir tartışaduralım, gencecik canların hayatlarına bir
yerlerde bizim suskun bakışlarımız altında devam ediliyor. İnsanlık toplu
olarak başkaldırıp bir aydınlanmaya ulaşmadan da bu zulmün durması zor
gözüküyor.
Ender Şenkaya
Aralık 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...