Translate

23 Aralık 2020 Çarşamba

Bir Evlilikten Manzaralar


Yönetmen: 
      Ingmar Bergman

İngilizce Adı:   Scenes from a Marriage          
Yapım Yılı:      1974

Johan ve Marianne'in, görünürde dengeli ve mutlu devam etmekte olan evlilikleriyle yüzleşme vakti gelmiştir. Çok daha derinlere ve geçmişe yönelecek bu yüzleşmeyi bir röportaj ve arkadaş toplantısı tetikleyecektir. Bu yüzleşme ve çalkantı her ikisine de gerçek kendilerini açığa çıkarmaları yolunda bir fırsat tanıyacaktır belki de.

Tür:     Dram
Yazar:  Ingmar Bergman
Kast:    Liv Ullmann, Erland Josephson, Bibi Andersson
Imdb: 8.4


Öne Çıkanlar:

İnsanın kendini bile gerçekten tanıması başlı başına bir sorunken, yıllardır evli kaldığınız kişiyi tanımamış olmak neden travmatik olsun? Fakat Bergman, Bir Evlilikten Manzaralar'da, konuyu travmatik bir ilişkinin çok ötesine, evlilik müesseseninin kökenlerine inerek sorgulama yolunu seçiyor.

İnsanın tek eşlili düzene geçmesi yüzbinlerce yıllık bir süreçte oldu. Friedrich Engels'in, Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökenleri adındaki başyapıtına verdiği ad, aslında tüm bu kurumların nasıl da birbirleriyle içiçe olduğunu göstermesi açısından son derece önemliydi. Engels, başlangıçtaki grup evliliklerinin (birliktelik demek daha doğru) doğal sonucu olarak ana hukukuna dayalı soy-bağı (gens) yapılanmasını, erkeğin savaşlar sonucu köleler elde etmesi ve bunları ilk özel mülkiyet olarak sahiplenmesi ile giderek baba hukukuna ve toprak üzerinde özel mülkiyete evrilmesiyle beraber ortaya çıkan miras sorununa çözüm için uydurulan tek eşliliğe nasıl geçildiğini anlatır, bu eserinde. Gense bağlı kabile yönetimi de özel mülkiyetin kurumsallaştırılması ve sürdürülmesi için ortaya çıkartılacak devlet mekanizmasına evrilmesiyle sonuçlanacaktır tarihsel süreçte.

Özü itibari ile, özel mülkiyetin icadı, insanın doğal yapısına aykırı tek eşli bir evlilik sistemini, yüceltilmiş bir kurum olarak toplumlara kodlanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu aykırı durumla Hıristiyanlık gibi dinler doğrudan boşanmayı yasaklayıcı yöntemlerle mücadele etmeye çalışsalar bile örneğin VIII.Henry'nin İngiltere'yi Katolik kilisesinden asıl olarak bu nedenle kopartabilmesinin önüne geçememişlerdir. Henry'nin aşıkları başta Ann Boleyn olmak üzere tüm tarihin akışını derinden etkilemişlerdir.  

Filmimize dönersek, daha başında Johan'ın bir gazetecinin soruduğu 'kendinizi nasıl tanımlarsınız? sorusuna verdiği cevap tüm bu sürecin nasıl da içselleştirmiş şekilde modern insanın bilinçaltına kodlandığının da bir özeti gibidir: 'dinç, güçlü, seksi, ... iyi bir aile babası ve evlat, borcum yok, vergilerimi öderim, devletimiz ne yaparsa saygı gösteririm, kraliyet ailesini severim ama devlet kilisesinden ayrıldım.' Bu kiliseden ayrılış filmin geri kalanının da habercisi gibidir. Aynı soruya Marienne'in verebildiği tek cevap ise 'Johan ile evliyim, iki kızım var olur.' İlk tarihsel işbölümü olan kadın-erkek işbölümü evresinde kalmıştır, Marinene. Bu hali ile Simone de Beauvoir'nın 'insan kadın olarak doğmaz, olur' sözünün başlangıcındadır sanki. Bu ilk sahne, girişte bahsettiğimiz 'yüzleşme'nin açığa çıktığı birinci öğedir. 

Aile dostları Peter ve Katarina ile yenen yemek ikinci öğe olacaktır. Evliliklerini bir cehennem olarak niteleseler de Peter ve Katarina'nın neden ayrılamayacaklarını Katarina -midesini bulandıran Peter'e- bir muhasebe yaparak ortaya koyar; İsviçre'deki servetleri, fabrikaları, kır evleri, yatları vs boşanamayacakları kadar içiçe geçmiştir. Bütün bir özel mülkiyet sorunsalı bu 'cehennemi ve mide bulandırıcı' evlililiği normalleştirmektedir; aynı VIII.Henry'nin ve Aragon'lu Catherine'nin sürdürmek durumunda kaldıkları zoraki evlilik gibi. Katarina ile Catherine benzerliği dikkatinizi çekmiş olmalı.  
 
Bu olaylar sonrası Johan'ın başka bir sevgili bularak bu doğadışı zorunluluk döngüsünü kırması, ve bir ötekine hiç hazır olmayan Marianne'nin bunalıma sürüklenmesi çok sürmeyecektir. Kim bilir belki de Bergman, Liv Ulman'da vücut bulan Marinene gibi bir kadının bile vazgeçilmez olmayabileceğini göstermek istemiştir. Bu arayışlar, her ikisinin de kendi içlerine farklı yollardan yaptıkları yolculuklar olsa da, gerçekten kendilerini ve 'ne aradıklarını' bulup bulamayacakları meçhuldür. 

İnsanlık bir gün Marx ve Engels'in hayalindeki, üretim araçlarının özel mülkiyette olmadığı bir evreye evrilirse, zoraki evlilik kurumunun da nereye evrileceğini biz merak etmeye devam edebiliriz. 

Ender Şenkaya
Aralık 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Film hakkındaki izlenimlerim...