Translate

9 Aralık 2020 Çarşamba

Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum


Yönetmen: 
      Charlie Kaufman
İngilizce Adı:   I am Thinking of Ending Things          
Yapım Yılı:      2020

Jake ve kız arkadaşı Lucy, bir kış günü Jake'in anne ve babasının kırsaldaki evine doğru yola çıkarlar.  Lucy, aslında bitirmek istediği ilişkisinin bir ileri safhaya geçmesinden ötürü, Jake ise biraz garip bulduğu anlaşılan ailesiyle bu tür bir karşılaşmanın sonuçlarından emin olmadığından gergindir. Jake'in aile evinde Lucy'i sürprizler beklemektedir.  

Tür:     Dram, Fantastik
Yazar:  Charlie Kaufman (senaryo), Iain Reid'in aynı adlı kitabından (2016)
Kast:    Jesse Plemons, Jessie Buckley, Toni Collette
Imdb: 6.7

Öne Çıkanlar:

Kaufman'ın çok katmanlı filmi 'Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum' üzerine yazmak çok zor; Kaufman sık sık filmi nasıl anlamamız gerektiğini diyaloglara sıkıştırmış olsa bile...

Filmin ilk sahnesinde gözümüze şöyle bir çarpan Caspar David Friedrich'in 'Sis Denizi Üzerinde Gezinen Adam' tablosu zaten karşımıza çıkartılacak olan 'öznel gerçeklik' sorunun ilk işaretlerini veriyor. Friedrich'in resmindeki gözlemci, bizim manzaraya bakışımızı değiştiriyor mu? Onun varlığı yoksa manzarayı tamamen farklı bir gerçekliğe mi büründürüyor? Jake'in babasının, filmin ilerleyen bölümünde Lucy'e şiddetli şekilde itiraz eswcwği gibi, manzarayı yorumlamamız için bir gözlemcinin olması mutlak surette gerekli mi? Ya da Lucy'nin ileride sorguladığı gibi, bu manzaralar, bu evler sadece biz onu gözlemlediğimiz için mi varlar? 

Casper Friedrich David
Wanderer above the sea of fog

Bertrand Russell, ne zaman bir kitap yazmaya başlasa; "önce konunun ayrı ayrı parçaları tanıdık olana kadar ayrıntılara girmem gerekir" diyor ve devam ediyor; "sonra bir gün, eğer şanslıysam, birbiriyle ilişkili bütün parçalarıyla birlikte bütünü algılarım. Ondan sonra yalnızca gördüklerimi yazmam gerekir. Bu, sisli bir havada bir dağda her patika, yamaç ve vadi ayrı ayrı tanınana kadar yürümeye, sonra sisler dağılınca dağı bütün ve berrak halde görmeye benzer.” Friedrich'in öznesinin, sisler dağılınca karşısına ne manzara çıkacak bilmiyoruz. Kaufman ise geçmişimizin tamamının, 'anı' dediğimiz sisli hatıralar denizi olduğunu göstermek ister gibi, bu filmiyle bize. Bu haliyle kendimizi tam olarak fenomenolojik bir anlatımın içinde buluyoruz; gerçekliğin hem kahramanlara hem de izleyicilere göre değiştiği bir sisler denizi. İşin güzeli de Kaufman'ın küçük ipuçları verse de o sisi hiç dağıtmak istememesi. 

Hayatlarımız büyük ölçüde öznel gerçekliklerimizin içine hapsolmuş olarak geçiriyoruz. Jake'in filmin bir sahnesinde vurguladığı gibi renkler sadece beynimizde, yani ışık dalgalarının frekansına göre beynimiz gördüklerimizi renklendiriyor. Haklı olarak olarak soruyor Jake sonrasında; 'zaman da beynimizde mi?' Zamanın da ışık gibi bir dalga özelliği var mı yoksa sadece vektörel bir nicelik mi? Aristoteles zamanın ancak devinimle var olabileceğini düşünmüştü. Tulsey dondurmacısındaki kız, Lucy'i uyarmak isterken neden 'daha ileri gitme, ... zamanda' demek gereği duymuştu? 

İşte bu zaman karmaşası içinde hikayenin büyük bölümünün geçtiği Jake'in ana-baba evinin içinde buluyoruz kendimizi. Mekandan (uzaydan) bağımsız bir zaman kavraması olamayacağını uzay-zaman bileşik kuramının mucidi Einstein söylemişti zaten. Bu teori de Lucy'nin bahsettiği Newton'un birinci duygu yasası ile ilgiliydi. İşte böyle bir mekanın içinde artık zaman vektörel olarak ileriye doğru işlemiyor. Sanki birisinin hatıralarındaki fragmanların iç içe geçmesini izliyoruz. Bu hali ile belki de sadece lise müstahdemi 'Yaşlı Jake'in anılarındayız. Belki geçmiş ve gelecek kalmadı, fenomenolojinin babası Husserl'in genişletilmiş şimdiki zamanı içine girdik; 'şimdi', geçmiş ve geleceğin aynı andalığından oluşuyor. Anıların sisli fragmanlarından mı, yoksa olasılıklara gönderme yapıldığından bilinmez, film boyunca sadece Lucy'nin ismi değil, giydikleri ve taktıkları da değişiyor; kolyeler ve küpelerin yanında, başlangıçta sarı palto-kırmızı kaşkol kombinasyonu daha sonra eflatuna oradan maviye dönüşüyor - ya da beynimizin kıvrımları içinde öyle algılanıyor. Sadece renkleri mi yoksa Lucy'yi de mi beynimizde yaratıyoruz? O zaman Lucy'nin içinden geçirdiklerini nasıl duyabiliyoruz? Evin sakinleri artık bir zaman dolanıklığı içinde farklı yaşlarında karşımıza çıkarken Jake ve Lucy hep aynı yaşta kalıyorlar, güzel hatıralarda olduğu gibi. 

George Berkeley
Esse est percipi
Kendisinin sandığı şiirin bir kitapta basılı olduğunu ve kendi tabloları sandığı resimlerin takvimlerde basılı olarak yer aldığını gören Lucy'nin evin içinde döngüye girmesiyle beraber, Jake için içinden, 'varolmak için bana ihtiyacı var' dediğini duyuyoruz. Jake'in sisili hatıra fragmanlarının oynadığı bir zihin oyunu içinde gibiyiz. Zaten film de Jake'in hayali ödül töreninde -anladığımız kadarı ile hayatına giren tüm insanlara hitaben- 'Sizler sayesinde varım' demesiyle son buluyor. Yani bizi algılayanlar olduğu için varolduğumuzu kanıtlar ister gibi. Belki de hepimiz o büyük 'algı' ödülü için yaşıyoruz hayatlarımızı.

Tulsey dondurmacısındaki şiddet izlerinin, lise çöpündeki sayısız Brrr kabıyla birleşmesiyle bir seri katilin anılarına mı yolculuk ettiğimiz; ya da çıplak adamın kovaladığı domuzla, Jake'in ailesinin ahırındaki kurtçuklar tarafından öldürülen domuzun ilişkisine kadar her seyircinin kendine göre anlamlandıracağı değişik hikayeler filmin farklı katmanlarını oluşturuyor. 

Lucy'i telefonda arayan ses, 'geriye tek bir soru kaldı' diyordu. Biz yukarıya çok daha fazla sayıda soru bırakmış olalım. 

Ender Şenkaya
Aralık 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Film hakkındaki izlenimlerim...