Yönetmen: Gary Ross
İngilizce Adı: Pleasantville
Yapım Yılı: 1998
1990'larda kendilerini 1950'ler Amerikası'nı anlatan bir sitcom'un içinde bulan iki ergen kardeş, yeni geçtikleri bu dünyanın kaderini değiştirecek şekilde hareket etmeye başlarlar. 90'ların değer yargıları ile 50'lerde yaşayabilmek üzerine çarpıcı bir fantezi.
1990'larda kendilerini 1950'ler Amerikası'nı anlatan bir sitcom'un içinde bulan iki ergen kardeş, yeni geçtikleri bu dünyanın kaderini değiştirecek şekilde hareket etmeye başlarlar. 90'ların değer yargıları ile 50'lerde yaşayabilmek üzerine çarpıcı bir fantezi.
Yazar: Gary Ross
Kast: Tobey Maguire, Jeff Daniels, Joan Allen
Imdb: 7.5
Imdb: 7.5
Öne Çıkanlar:
Sık sık karşımıza çıkan, ve sanki bu dünyaya değil de geçmişteki daha güzel bir döneme ait olduğumuzu hissetmemize neden olan 'çirkinlikler'den kurtulmayı hangimiz istemez? İnsan beyni, bir şekilde geçmişi bugüne taşırken Augustin'in 'geçmişin şimdiki zamanı' kavramını doğrularcasına steril hale getirilmiş bir tür mükemmel anılar silsilesi sunuyor çoğu kez. Zaman zaman 'ah nerede o eski günler' dememize neden olan derin nostaljik ruh hali de bu 'sterilizasyon'un sonucu olsa gerek.
Augustin "geçmiş ve gelecek zaman yoktur, anılardan oluşan geçmişin şimdiki zamanı ile, beklentilerden oluşan geleceğin şimdiki zamanı vardır" dereken(*), bir ölçüde öznel zaman kavramına vurgu yapmış olan ilk düşünür de oluyordu. Geçmişin bu öznel algılaması ki, içimizde o sürekli eski günlere öykünen cini dürtükleyip duruyor. İkiz olmalarına rağmen karakterleri çok farklı şekilde gelişmiş David ve Jennifer, olağanüstü bir şekilde kendilerini David'in hayran olduğu Plesantville 'sitcom'unun içinde bulduklarında artık Bud ve Mary Sue'ya dönüşeceklerdir. Zamanına uyum sağlayamamış David için bu geriye dönüş adeta bir nimetken, Jennifer için başlangıçta büyük bir düş kırıklığıdır.
Plesantville, adeta Augustin'in Tanrı'nın Şehri'nde (City of God) hayalini kurduğu yerdir; yani yeryüzü şehrinin anti-tezidir. Tanrı'nın Şehri ile gökyüzündeki Kudüs'ün yansıması, yeryüzü şehri ile de Babil kastedilmektedir. Tanrı’ya yönelmek yerine maddeye yönelen, Tanrı’dan çok yeryüzünü ve kendisini sevenlerin, ruhları tensel yönlerinin, duyusal isteklerinin hizmetine girmiş olanları kurdukları Babil'e buna karşın gerçek aşk içinde olup, ruhsal yönlerini temel alarak yaşayanları Kudüs'ün gökyüzündeki yansımasına yerleştirmiştir, Augustine. Babil tam bir karmaşa ve bunu sembolize eden dillerin bile karıştırıldığı bir Kule'ye sahiptir; filozoflar bile sürekli olarak birbirine tamamen zıt fikirler ileri sürmektedirler. Bazıları şehirlerini kutsal bir aklın ürünü olarak görürken diğerleri tamamen şans eseri bir araya geldiğini iddia etmekte, bazıları mutlak iyiliği ruhta diğerleri bedende aramakta, bazıları duyulara güvenirken öbürleri buna şüphe ile yaklaşabilmektedir. Oysa Tanrı'nın Şehri'nde herkes ilahi vahyin egemenliği altında ve önceden belirlenmişliğin huzurunda yaşamaktadır. Yine de Augustine'nin, Babil'in pagan imparatorlukla, Kudüs'ü de Hıristiyanlıkla özdeşleştirdiğini söylemek kolay değildir zira Tanrı'nın Şehri'nin tarihi İsa'nın çok öncesine kadar gitmektedir.(**) Augustin'e göre, "cinsel ilişkide şehvet ihtiyacı, Adem'in günahına verilen bir ceza olduğundan"(***) cinsel ilişkiye girmek ancak zevk almamak ve çocuk yapma amacı taşıdığı zaman mübahtır.
II.Dünya Savaşı sonrası, Devlet'in dayattığı örnek toplumun bir yansıması Pleasantville'de herşey Augustin'in Tanrı Şehrin'ndeki gibi kusursuzdur. İnsanların hepsi beyaz, kusursuz görünümlü, cinsel yaşamları olmayan ve orta sınıf tüccarlardır. Antik Çağ'da olduğu gibi, sadece kölelerin çalıştırıldığı üretim sektöründen kimse gösterilmez. Şehrin tam aksına yerleştirilmiş bir Ticaret Odası, sosyal hayatın da merkezi ve yönlendiricisidir. Herşey önceden belirlenmiştir ve sürprizlere yer yoktur. On dokuzuncu yüzyıl Avrupa burjuvazisinin yerine konuşlandırılmış Amerikan orta sınıf tanımı gereği Sanayi Odası bile bulunmaz. Tek sınıflı bir toplum gereği olarak da gerilim beklenmediğinden, devrim gibi rahatsız edici olaylardan da çekinilmez. Augustine'nin tanrı aşkının yerini Kapital aşkı almıştır sadece.
Bu düzene ilk çomağı kasabayı cinsellikle tanıştıran Jennifer (Mary Sue) sokacak, önceden belirlenilmişliğin esaretin kurtulup özgür iradenin keyfinin çıkarmaya başlayan Pleasantville sakinleri, siyah-beyaz görüntülerinden çıkıp renklenmeye başlayacaklardır. Kasabada ilk kez çıkan yangının nasıl söndürüleceğini gösteren Buck ise yavaşa yavaş filizlenmeye başlayan devrimin önderi haline gelirken, kasabanın muhafazakar ileri gelenlerinin hiddetini de üzerine çekecektir. Tarihsel diyaletktiğin gereği olarak devrim çarkı bir kere dönmeye (revolüsyona) başladığında ise durması mümkün değildir; şehir bir kere Ticaret Odası ile örtüşen 'aks'ından kaymıştır. Geriye kalan tek şey, David'in (Davud) Goliath'ı yere sermesidir; yani Buck'ın içinde getirdiği David'in.
Ender Şenkaya
Nisan 2021
(*) St Augustine, Confessions XI. 27. 36
(**) Anthony Kenny, Medieval History
(***) Bertrand Russel, Batı Felsefesi Tarihi, Cilt II Ortaçağ Felsefesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...