Yönetmen: Zoltan Fabri
İngilizce Adı: Two Half-Times in Hell / Két félidö a pokolban
Yapım Yılı: 1961
Alman işgali altındaki Macaristan'da, Hitler'in doğumgünü kutlamaları için kürek mahkumları ile Alman futbol takımı arasında bir futbol maçı düzenlenmesine karar verilir.
Yazar: Péter Bacsó, Zoltán Fábri
'Ahlak hakkında bildiğim ne varsa futboldan öğrendim', demiş Albert Camus. Futbol, gerçekten de yirminci yüzyılın ikinci yarısından başlayarak sadece oyun olmaktan çıkmış bir reakbet dalı, mahallerden başlayarak, şehirlere oradan da ülkelere sıçrayan bir "öteki"ni dize getirerek varoluşun tadına varma arzusunun cisimleştiği bir oyun.
Güç ve güzellik asla saklı kalmayı sevmez. Güç, özünde enerjinin görünür hale gelmesidir. Bertrand Russell'in dediği gibi, 'nasıl fiziğin temeli enerji ise, sosyolojinin temeli de güç aşkıdır.' Güce duyulan bu aşk, tarih boyu toplumları ve liderleri farklı maceralara, zaferlere ve felaketlere sürükledi. Hepsi de geri dönüşü olmayan yollardı. Toplumların içindeki o gizli enerjinin bir şekilde tüketilmesi için bir güç gösterisi şarttı. Franco'nun 'ben ülkeyi 3 F ile yani Futbol, Fiesta ve Fado ile yöentirim' derken gönderme yaptığı işte bu enerjiyi boşaltma ve uyuşturma mekanizmasıydı.
Yaşamın da tam merkezinde işte bu güç aşkı yeralıyordu, ya da evrim gereği güç aşkı ile donatılmış olanlarımız hayatta kaldı. Özünde bir istila şekli olan 'yaşam' için de bu olmaz ise olmazdı. Yaşam şekillleri de özü itibari ile termodinamiğin o değişmez yasası ile çevrelenmişti: madde minimum enerjide maksimum düzensilikte bulunmak üzere programlanmıştı. Toplumlar da enerji fazlalığını mutlaka boşaltmalıydı. Futbol, bu enerji boşaltım mekanizmasını çok etkin biçimde hayata geçiriverdi. Bir noktada uluslararası ilişkilerde gelişmişliğin ve gücün göstergesi haline geldi; aynı zamanda adaletin de. Diğer rekabet yöntemlerine nazaran da zararsız ve karlıydı da. Enerji boşalıyor ama üretim ve tüketim gücü de azalmıyordu. Bu yönü ile 'futbol asla sadece futbol değildir' diyen Simon Kuper'e hak vermemek elde değil.
Futbol'un kuralları da kısa sürede değişen toplumsal normlara göre evrilmeye başladı. Başlangıçta 'gole giden rakibini kasten düşürecek bir İngiliz beyefendisi hayal edilemeyeceğiı' için varolmayan penaltı kuralı rekabet kızıştıkça oyunun kuralları içine getirildi. Beleş golleri önlemek için ofsayt kuralı, topu sürekli elinde oyalayan kalecileri önlemek için dört adım kuralı, geri paslarla oyunu öldürmeyi önlemek için geri pas kuralları getirildi. Hepsinin görünürdeki amacı 'oyunu güzelleştirmek ve adaleti sağlamak' olsa da aslında güçlüyü korumanın bir yolu idi; aynen yasalar yapmak yolu ile binlerce yıldır yapılageldiği gibi. Hatta çok nadiren de olsa birkaç hakem hatası ile güçlünün yenilmesinin önüne geçmek için artık video yardımcı hakem uygulaması (VAR) da var artık. Bu son uygulamanın tüm oyunda bir paradigma değişikliği yaratacağı da açık; futbolun lordları sürprizleri çok da sevmezler zira, toplumların aksine. Artık futbol bir 'hatalar oyunu' olmaktan ve hayata özdeş olmaktan uzaklaşıyor
Zoltan Fabri de, kürek mahkumu Macarları, yenilmez Nazi takımının karşısına işte bu güç ve adalet arayışının neticesinde çıkarıyor. Ezilerek kimliksizleştirilmiş kürek mahkumları aslında modern dünyanın gücü karşısında ezilen tüm ulusları temsil ediyorlar. İç çekişmeleri ve bencillikleri nedeni ile sahip oldukları güce odakalanamayan kürek mahkumları takımı, yeteneklerini öne çıkarmaya zorlanan tek bir lider etrafında birleşince bir umut doğuyor. Fabri'nin filmi tam bu adalet-güç ikilemi içinde gelişiyor. Peki adalet, bu sefer güce karşı kazanacak mı?
Ender Şenkaya
Ağustos 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...