Yönetmen: Vadim Perelman
Uygarlığın şafağında, homo sapiens'in o büyük sıçramayı yapmasına neden olan konuşma yeteneği nasıl ortaya çıkmıştı? Bazı filolog ve antropologlar bunun milyon yıl süren bir birikim olduğunu öne sürerlerken, Noam Chomsky gibi diğerleri, bu değişimin bir mutasyon sonucu aniden oluştuğu kanaatini taşıyorlar. Özü itibari ile sosyal bir varlık olan insanın tarihindeki en büyük sıçramanın dil kullanımı olduğu yadsınamaz. Ateş’ten sonraki en büyük icadı olarak adlandırmak da mümkün. Zaten ateş de o sosyalleşmenin temel unsuru değil miydi?
Abraham Maslow, ihtiyaçlar hiyerarşisi modelinde iletişime özel bir yer vermez, daha çok üçüncü sıradaki sosyalleşmenin içinde değerlendirdiğinden olsa gerek. Ortaya çıkan son teknolojik gelişmeler, bu görüşü yanlışlar nitelikte oysa. Varolmanın algılanmak olduğunu düşünen insanoğlunun bugün için en büyük gereksinimi haline geldi iletişim. Dünyanın en önemli kaynakları iletişim sektörü için ayrılmakta, ekonomi büyük ölçüde iletişim üzerinde dönmekte. Neredeyse o eski “ıssız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey” sorusuna hani kullanmak mümkün olsa ilk sırada “cep telefonu” demeyecek çok az kişi kalmıştır artık.
Dünyadaki farklı dillerin ortaya çıkışına yönelik en eski teori de Eski Ahit’in anlatılarına, Babil Kulesi mitine kadar uzanmakta. Tufan sonrası, oğulları ile Güney Mezopotamya’ya yerleşen Nuh’un yetmiş iki torunu bir kulenin inşasına girişirler. Kule o kadar büyük olacaktır ki bir daha yolculuk ederek birbirlerinden ayrı kalmayacaklardır. Belki yeterince yüksek olarak inşa edilirse, bundan sonra olacak tufanlardan da etkilenmeyeceğini düşünmüş olmalılar. (Aslında Eski Ahit'te adı geçen Nuh'un Gemisi tarifinin de aslında bir sümer ziguratına benzediğini eklmekte fayda var.)Tabi bu düşünce şeklinin özünde Tanrı’nın “çoğalın ve dünyaya yayılın” emrine aykırı olduğu anlaşılmaktadır. Tanrı da bunun üzerine aşağı inerek kuleyi görmeye karar verir (yukarıdan göremediği anlaşılmaktadır.) Cennetine kadar yükselmeyi hedefleyen bu kule Tanrı’yı kızdırır. Torunların dillerini karıştırır ve hiçbiri birbirini anlayamaz olur. Artık bir arada yaşamalarına engel kalmadığından dünyaya yayılarak 72 milleti oluştururlar. Ve Tanrı, kulenin inşa edildiği yere İbranice “kafaları karışmış” -balal- sıfatına atfen Babil adını verir. Böylelikle, Adem ile Hava’dan türemiş farklı ırklar ve diller sorunu da bir çırpıda çözülmüş olur; Sümerli büyük hikaye anlatıcıları yataklarında huzurla uyuyabilirler.
Antik çağlardan günümüze dilin dünyayı şekillendirmekteki büyük gücü sayısız filozofun da ilgi alanı olageldi Bunların herhalde en önemlisi “logos”un yaratıcısı Aristoteles olsa gerek. Logos kelimesi aslında Yunanca’da “dil” anlamına da geliyor. Aristoteles onu daha sonra “Mantığın dili” haline getiriyor. Kökenine inersek, bir akıl yürütme silsilesinin dil olmadan gerçekleşmesi olası gözükmüyor. Yani “düşünce”den önce “dil” olmalı başlangıçta. Karl R.Popper'e göre düşünce formunun, "dil"e dönüşmesi insanlık için bir nevi uçurumun karşısına atılmış bir adımdır; dil aracılığıyıla formüle edilerek nesnel önermeler oluşturmadan ne bilim ne de "bilgi"den söz edilebilir. Retorik ise antik dönemden itibaren tehlikeli bir sanat haline gelmişti bile. Sadece hitabet gücü ile kimi “ayaktakımı” (tabir Aristoteles’e aittir) şehirlerin başına geçip tiranlar haline gelebildiler. Ortaçağlarda, yüksek öğretim öncesi çocuklara Trivium eğitimi altında verilen üç ders de özünde dil ile ilgilidir; Gramer, Mantık (logic) ve Retorik. Her ne kadar din adamlarının misyonerlik faaliyetlerini güçlendirmek için yapılandırılmış olsa da, retorik aslında bu sanatı kullanan zorbaları teşhis etmeye yaraması ile de ön plana çıkacaktır. Coğrafi keşifler çağı ile de dil, bir tür sahiplenmenin ve istilanın meşrulaştırılmasının aracısı haline gelecektir. Sonuç itibari ile "adlandırmak" bir şekilde sahip olmanın ilk adımı olagelmiştir.
Her ne kadar modern dillerin, yani sesli iletişim imgelerinin kullanılmaya başlaması, İnsanlık tarihinin uygarlaşma olarak adlandırılan sürecinin başlangıcını teşkil ettiği düşünülse de, asıl “büyük sıçrama”nın soyut kavramların dilin içine yerleşmesi sonrası olduğu iddia edilebilir. Elle tutulup gözle görülemeyen kavramların "dil"e girmesi ve ifade edilebilir olması o zihinsel dönüşüm sürecinin son aşaması olsa gerek. Türk dilinin büyük şairinin sorduğu gibi: “bana mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” Resmini yapamaska da öznel tariflerini yapmamız dil ile mümkün bugün.
Vadim Perelman da Umudun Dili’nde, insanlığın bu uzun “dil” yolculuğunun kısa ve duygusal bir özetini yapmak istemiş sanki. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin kıyıma uğradığı günlerde, Belçika’da yakalanan Gilles, hayatta kalmasının İranlı olduğu yalanına sarılmasına bağlı olduğunu anlar. Ama Farsça öğrenme isteği isteği ile yanıp tutuşan iaşe subayı Koch’a -Almancada aşçı anlamına geldiğini de ekleyelim- her gün yeni kelimeler öğretmesi gerekecektir. İşin işte en zor yanı da öğrettiği kelimeleri hiç unutmaması ve ileride cümleler içinde kullanabilmesi gereğidir. Elinde hiçbir kaynak -kalem bile- olmadan bu ezberleme işini yapabilmesi, Esperanto dilini yaratan filologlara göre kat be kat zordur.
Gilles’in aklına çağrışımlardan faydalanmak geldiğinde aslında dilin kökenlerine de inmiş olur. Uydurduğu her kelime artık kampa gelip ölüme gönderilen bir bahtsızın isminin yansıması olacaktır. O kişinin imgesel anlamı da o isim içinde bütünleştiğinden ileride tekrar hatırlanabilecektir. Kelimeler artık isimlerin içinde vücut bulunca gerisi de gelir. Ana dilinin de insan beynine kazınmasının sebebi bu çağrışımlar değil midir? Hatta aradan vakit geçtikçe, Koch’un zorlamasıyla sıradan kelimelere “gerçek” gibi soyut kavramlar da eklenecek ve evrimsel süreç bir şekilde tamamlanacaktır. Film icabı olarak Koch’un özel isteği ile çekimleri ve fiil zamanı olmadan yaratılan bu dil Gilles’in Esperanto’su haline gelir. Bu sıradışı yetenek Gilles’i ölümden kurtarabilecek midir, onu da filme bırakalım.
Bir mutasyon ile başladığı düşünülen bu neredeyse yüzbin yılı bulan uygarlaşma sürecinin, daha hızlı iletişim kurmamıza yarayacak bir sonraki mutasyona kadar "dil" aracılığı ile yoluna devam edeceği anlaşılıyor.
Ender Şenkaya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...