Translate

9 Mart 2022 Çarşamba

Yolcu


Yönetmen:  Michelangelo Antonioni
İngilizce Adı: 
The Passener

Yapım Yılı: 1975

Kuzey Afrika’da isyancı gerillalarla röportaj yapmak için bulunan David, karşılaştığı zorlukların tepeye çıktığı bir anda tüm hayatını değiştirebileceği bir fırsat yakaladığını düşünür; aynı otelde ölen bir yabancının yerine geçecektir. Ancak, yabancının geçmişi ile ilgili bilmediği çok şey olduğunu kısa süre sonra anlayacaktır.

Tür:     Dram
Yazar:  Mark .Peploe, Enrico Sannia, M.Antonioni
Kast:    Jack Nicholson, Maria Schneider
Imdb: 7.5



Öne Çıkanlar:

Varoluşun temeli yapıp-etmelerimize dayanır. Özünde insan, oluş -dolayısıyla değişim- halinde olan bir potansiyeldir. Yaptığımız seçimler, aldığımız kararlar, hayata geçirdiğimiz -ya da çoğunlukla- geçiremediğimiz her unsur kendi bulmacamızın parçalarını bir araya getirir, bizi "şu andaki" biz yapar. Peki herhangi bir anda kendi varoluşumuza son vermemiz mümkün olsa da, kendimizi bir başkasına dönüştürmemiz olası mıdır? Orhan Pamuk'un Beyaz Kale'sinde, esir düşen bir Floransalı hekimin, kölesi yapıldığı hoca ile birbirlerinin yerine geçip, diğerinin geride bıraktığı hayatını yaşamaya başlaması gibi hayata devam edebilir miyiz? 

Kuzey Afrika'nın bunaltıcı sıcağı altında çalıştığı televizyon kanalına bir röportaj yetiştirmeye çalışan David Locke, bir an için ortadan kaybolma arzusu duyar. Aynı otelde kaldığı ve kendisine görünüş olarak benzeyen bir işadamının kalp krizi geçirmesiyle hayatının son bulması bu ücra yerde farklı bir kimliğe bürünmesi için büyük bir fırsat yaratmıştır. İşadamı ile yaptığı sohbetleri -sanki bu durumu planlamışcasına- kayda almış olması işini bir miktar kolaylaştıracaktır; tabii ki kendisine anlatılan hikaye başka bir kurgunun parçası olmadığı sürece. 

Antonioni'nin örmeye çalıştığı gerilim David Locke'un adı ile başlar. Dikkatli seyircinin gözünden kaçmayacağı gibi bu ad, İngiliz emprisizminin kurucusu sayılan John Locke ile bir diğer İskoç filozof David Hume'un isimlerinin karışımıdır. Her ikisi de, duyularımızdan kaynaklanmayan hiçbir deneyimimiz olamayacağından hareketle insanı doğduğunda boş bir çizelge "tabula rasa" olarak kabul eden akımın savunucularıdır. David Locke da aslında, sonradan kurgu olduğu anlaşılacak hikayesi dışında çok az şey bildiği işadamının yerine geçtiğinde -yeniden doğduğunda - bir "tabula rasa" haline gelecektir. Daha önceki bir röportajında yerli bir büyücü doktorla konuşurken "biz aslında bir alışkanlıklardan oluşan yaratıklarız"(*) dediğinde, konuşan aslında nedensellik olarak algıladığımız ilişkilerin beynimizin "tekrarları birbirine bağlamaya çalışan" kötü alışkanlıklarından başka bir şey olmadığını ifade eden David Hume'dan başkası değildir. Çok kısa süreli olarak gösterilen kendi ölüm ilanındaki "Hakikati bulmaya yönelik tavizsiz araştırmasını, felsefi bir tarafsızlıkla birleştirerek, politik eğilimlere tutarlı bir şekilde nüfuz edici bir analizle sonuçlandırdı."(**) cümlesi de daha çok David Hume için yazılmış gibidir. İşadamı ile konuşurken anlaşılmamaktan yakındığında aldığı cevap olan "sen kelimeler ve resimler gibi kırılgan şeylerle çalışıyorsun, ben bir tüccar olarak onlara somut ürünler sunuyorum, beni hemen anlıyorlar"(***)  cümlesi de, doğrudan doğruya, tüm algılarımızın öznel olabileceğini, kendi beynimiz tarafından şekillendirileceğini iddia eden John Locke'un ağzından çıkmıştır sanki. Senaryonun Hume ve Locke düşünceleri arasındaki geçişleri filmin diğer bazı bölümlerinde de devam edecektir. 

David Locke'u bu kimlik değiştirme noktasına götüren etmen özünde bir özgürlük sorunudur. Medeniyet adı altında, alışkanlıklar oluşturarak nerdeyse belirsizliklerden arındırılmış ve önceden belirlenilmiş hale soktuğumuz hayatlarımız kendimizi tutsak haline sokmuştur. Ya da Hume'un dediği gibi: "Hiçbir yerde belirsizliğin olmadığı bir evren; sürekli bir aynılık hali; özgürlük yoksunluğu" (1) Her ne kadar Hume burada Newton tarzı bir evrensel belirlenimcilikten hareketle, sosyolojik olarak belirlenimcilik arasında analoji yapılmaya çalışılmasını eleştirmek amacıyla bu konuya değinmişse de,  özgürlük sorunu özellikle John Locke'ta, daha çok medeni yaşam tarzından kaynaklanır hali ile gündeme gelmiştir: "özgür bir adam, kendisini belli bir süre için, maaş adı verilen değiş-tokuş mekanizması ile bir diğerine belli bir işi yapma karşılığında hizmetçi haline getirdiğinde, ... efendisinn kendisi üzerinde egemenlik kurmasına da izin vermiş olur" (2). Kahramanımız kendi ölümünü tasarlayarak, bu önceden belirlenilmiş efendi-köle ilişkisini -yani sözleşmeyi- sona erdirdiğinde, kendisini belki de uzun süredir ilk kez -Barcelona'daki teleferikten Akdeniz'i kucaklarken- özgür hissedecektir. Tabii bu özgürlük bir bedel karşılığı gelmek durumundadır. 

Antonioni, İtalyanca aslı "Röportajcı - Professione: reporter" olan filmin ismini İngilizce'ye "The Passenger - Yolcu" olarak adapte ederken sanki kesintisiz sekiz dakikalık o muhteşem parmaklıklar arasından geçen kamera hareketini yaptığı final sahnesine gönderme yapmış gibidir. "Passenger" o sahnede "geçmekte olan" Antonioni kamerasına dönüşmüştür. 


Ender Şenkaya
Mart 2022

* "So, we are creatures of habit" 
** "His uncomprimising search for the facts was combined with a philosophical detachment, and resulted in a consistently penetrating analysis of politica trends."
*** "Mr Locke, you work with words, images fragile things, I come with merchandise, cocnrete things, they understand me straight away"

(1) David Hume, An Enquiry Concerning Human Understanding, Oxford. 2nd Ed., 1902; Part II:  "No contingency anywhere in the universe; no indifference; no liberty

(2)  John Locke, Second Treatise of Government, Cambridge, 1980, Chapter VII: "a freeman makes himself a servant to another, by selling him, for a certain time, the service he undertakes to do, in exchange for wages he is to receive: and though this commonly puts him into the family of his master, and under the ordinary discipline thereof; yet it gives the master but a temporary power over him"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Film hakkındaki izlenimlerim...