Yönetmen: Michael Radford İngilizce Adı: The Postman / Il Postino
Yapım Yılı: 1994
Siyasi bir sürgün olarak İtalya'nın küçük bir adasına yerleşen Şili'nin
büyük şairi Pablo Neruda ile, kendisine mektuplarını getirmek üzere postacı
olarak işe alınan Mario arasındaki ilişki giderek arkadaşlığa dönüşür.
Neruda'nın, yarı kurgu yarı gerçek, İtalya'daki sürgün günleri.
Tür: Komedi, Dram
Yazar: Antonio Skármeta, Furio Scarpelli, Giacomo Scarpelli
Kast: Massimo Troisi, Philippe Noiret, Maria Grazia Cucinotta
Öne Çıkanlar:
"Şiir yazana değil, ihtiyacı olana aittir."
Mario Ruoppolo
Fikirlerinden ötürü sürgün edilmenin kökenleri eski Yunan'a kadar
uzanıyor. Yunan halk mahkemeleri fikirlerinin toplum için zararlı olduğunu
düşündükleri insanları, her zaman Socrates gibi ölüme mahkum etmek yerine,
kentin dışına on yıl süre ile sürgüne gönderme kararı da alabiliyordu.
Yunan düşün dünyasında kentin dışına "itilmek" en az ölüm kadar ağır
olmalıydı, zira Kent (polis), sonucunda fikirlerin çarpışarak geliştiği ve
serpildiği en uygun ortamdı. "Ostrasizm" adı verilen bu uygulamayı,
Plutarch, "avamın, üstünleri cezalandırma yöntemi" olarak
açıklayacaktı. Atina vatandaşlığına kabul edilmemiş olan Stagiralı
Aristoteles de, Büyük İskender'in ölümünün ardından, Socrates ile aynı
sonu paylaşmamak için kendi kendini Atina'dan sürgüne
göndermişti.
Sürgün uygulaması 2500 yıldır insanlığın gündeminden hiç düşmedi.
Aristoteles'ten Dante'ye, Tiberius'tan Napolyon'a, Dante'den Victor
Hugo'ya ve Neruda'dan Nazım Hikmet'e ve Cevat Şakir'e kadar pek çok lider
ve düşün insanı bu uygulamdan nasibini aldı. Bazıları hayatlarının sonuna
kadar acı çekerken, diğerleri güçlerini toplayıp muhteşem geri dönüşlere
imza atmış, kalanları da en önemli ve kalıcı eserlerini sürgünlerde
vermeyi başarmıştı. Sürgün, her ne kadar temel insan hakları ile bağdağır
bir uygulama olmasa da, özellikle konfor alanının dışına çıkıldığında
yaratıcı düşüncenin tetiklendiği de yadsınamaz bir gerçek. Bazen okuyarak,
bazen görsel ve işitsel olarak bizi farklı dünyalara sürükleyen eserlerin
arkasında, maruz kalınan derin acıların yattığını kabul etmek gerek.
Pablo Neruda'nın da Nobel ödülüne layık görülen şiirlerini bu filmde konu
edilen ünlü Avrupa sürgünü sırasında kaleme aldığını da not edelim.
Neruda'nın, -aynen Roma imparatoru Tiberius gibi- sürgün yeri olarak Capri
adasını seçmesi, adanın sıradan ve süreğen yaşantısına renk katacaktır. Bu
noktadan sonra da kurgu, gerçeğin yerini alır haliyle. Neruda sayesinde
geçici de olsa postacı olarak iş bulan bir balıkçının oğlu Mario'nun
hayatı ise geri dönülmez şekilde değişir. Bir posta memuru olarak
hayatında ilk kez bir "statü"ye kavuşan Mario, giderek büyük şairden
etkilenmeye başladığı gibi, şairin arkadaşı olmaya başladıkça da farklı
bir statüye daha kavuşur: O artık, balıkçılık yapmak istemediği için
itilip kakılan, hor görülen kişilikten sıyrılmış, büyük şairin varlığı,
sanki Mario'nun içinde hapsolmuş sanatçı ruhunu özgürlüğe kavuşturmuştur.
Mario’nun önüne anıtsal bir rol model vardır artık.
Mario, kasabada -bir başka sürgün Dante’nin ebedi aşkı ile aynı adı
taşıyan- güzeller güzeli Beatrice’e aşık olduğunda, ona ulaşmanın tek
yolunun şairin dizeleri olduğuna karar verir. Neruda konuya sıcak
bakmayınca da, sembolik bir “Oscar Wilde” argümanına sarılacaktır: “ Şiir yazana değil, ihtiyacı olana aittir." Dorian Gray’deki ressam ve portrenin gerçek sahibinin kim olduğuna
ilişkin tartışma, şair ile şiirler için karşımıza çıkar; şair güzel bir
kadın için hissettiklerini dizelere döktüğünde, o dizelerin gerçek
sahibi kim olur? Mario’ya göre cevap, o kadına kim aşık olduysa ona ait
olmalıdır. Ancak, Mario’nun şaire ve şiirlerine tutkulu şekilde
bağlanması, giderek şairi bir araç olmaktan çıkaracak, hayatının amacına
çevirecektir. Mario’nun Beatrice ile evlenmesinin amacı bile, Beatrice
ile beraber olması mı yoksa şairin buna şahitlik edecek olması mı,
birbirine karışır. Bu bağlılığın, şairin adadan ayrılmasının ardından
oluşturacağı vakumun doldurulması haliyle kolay olmayacaktır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalyası’nın siyasi çalkantıları arasında,
Mario’nun seçtiği taraf artık açıktır. Bu seçim, Mario’nun makus
kaderini belirleyecek olsa da, idealler uğruna harcanmış kısa bir
hayatın her zaman uzun ama boş bir hayata yeğ tutulacağının sembolü
olarak önümüze gelmektedir.
Ender Şenkaya
Mart 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...