Yönetmen: Terry Gilliam İngilizce Adı: The Fisher King
Yapım Yılı: 1991
1990'larda radyo çılgınlığının zirve yaptığı günlerde, etkili bir radyo
programcısı olan Jack Lucas'ın canlı yayın sırasında bir hayranına verdiği
cevap, hiç tanımadığı bambaşka bir insanın hayatını tamamen yıkacaktır.
Jack'in hayatı da bu hatanın ardından geri dönüşü olmayacak şekilde
etkilenir.
Tür: Dram
Yazar: Richard LaGravenese
Kast: Jeff Bridges, Robin Williams, Adam Bryant
Öne Çıkanlar:
Farkında olalım ya da olmayalım, attığımız her adımın ve her eylememizin,
tanısak da tanımasak da çok farklı insanlar üzerinde bekleyemeyeceğimiz
etkileri oluyor. Özne kamuya malolmuş ünlüler olduğunda, bu etkinin çapı
da geometrik olarak büyüyebiliyor. Terry Gilliam da Balıkçı Kral'da
aslında avranışlarımızın bu hesaplanamaz etkilerini mercek altına almış
gözüküyor.
Bugünün sosyal medya fenomenlerinin doğuşu aslında 1990'larda yeniden
alevlenen radyo günlerine kadar dayanır; etkileşimli, yani
dinleyicilerin aktif katılımlarına dayalı canlı programlar ve onların
giderek gücünü arttıran programcıları tüm dünyaya hızla yayıldığı
günlere. Gelecekte yayıncılık tarihini ele alacak araştırmacıların, bu
dönemi yayıncılıkta temel bir paradigma değişikliğinin başlangıç noktası
olarak ele alacakları kaçınılmaz gözüküyor. Etkileşimli yayıncılık
giderek edilgen dinleyiciliği hemen tamamen etkisiz bırakacak bir araç
olarak ortaya çıkmış, internet ve o tabandaki uygulamalar ile tarihin
hemen hiçbir döneminde rastlanmadığı şekilde, edilgenliğin tamamen
ortadan kalkmaya başladığı zamanlardı. Her sunulan ürünün canlı olarak
değerlendirilebildiği ve etkisinin ölçülebildiği bir ortam sayesinde
dünyanın hem üretim hem de tüketim alışkanlıkları değişmeye
başlayacaktı. Sahne artık sadece programcı tarafından değil, seyirci ile
ortak kullanılan bir etkileşimle mekana dönüşmüştü. Bu etkileşimlli
ortamın kaliteyi ne kadar arttırdığı (eğer arttırdıysa) o da ayrı bir
çalışmanın konusu olabilir.
Doğal olarak etkileşimli yayıncılık kendi kahramanlarını, ve o
kahramanları rol model olarak gören geniş kitleleri de yaratmış oldu;
bugünün sosyal medya "fenomenleri" işte böyle doğdu. Bir parantez açmak
gerekirse, doksanlarda Ankara'nın en önemli yerel radyosu olarak Gün FM
doğmuş, her akşam canlı yayın yapan radyonun delisi Aykut da
kitleleri peşinden sürükleme gücüne ulaşmıştı. Hareketli aracından
yaptığı bir canlı yayın sırasında peşine yüzlerce aracı takmış, Ankara
sokaklarında konvoylar bile oluşturmuştu. Bu "büyük tehlike"yi devlet'i
ali hemen gördü ve frekans tahdidi yolu ile bağımsız yayıncılık yapmaya
çalışan radyoları kontrol altına aldı. Toplum artık rahat edebilirdi.
Youtube'un doğmasına biraz daha vardı.
Filmimizin kahramanı Jack Lucas da o dönem New York'unun "tanrı
programcısı" olarak karşımıza çıkıyor. Kitleleri peşinden sürükleyebilme
gücü ile farklı bir iktidar kudreti sergiliyor. Görece genç insanların
bu büyük kudreti doğru kullanabilimelerinin zorluğu şüphe götürmez
(yaşlı olanların hali de ayrıca ortada). Canlı yayında böyle bir gösteri
sırasında, Jack'in sürekli takipçilerinden birisine vardiği yanıt, o
kişiye bir katliam gerçekleştirme motivasyonu verince, hiç hesaplanamaz
şekilde pek çok insanın da hayatı bir trajediye dönüşmüş oluyor.
Katliamı gerçekleştiren kişinin canlı yayında konuştuğu kişi olduğunu
öğrenen Jack'in hayatı da hızlı bir düşüşe ve sorgulama evresine girer.
Olaydan üç yıl sonra bile bu yükün altında ezilmeye devam eden Jack,
dibe vurmuşluğu içinde intihara yeltense de, kaderin romantik bir
cilvesi olarak, o katliamda sevdiği kadını kaybetmiş ve sokaklarda
yaşamaya başlamış Parry tarafından bu kararından vazgeçirilecektir.
Parry'nin sokalardaki biraz distopik, biraz da Batı Yakası Hikayesi
tarzı hayatı Jack'in içine kısa sürede çeker; artık Parry'e ödeyeceği
bir borç vardır. Bir amaca adanmışlık belki de en dibe vurulan anlarda
insanı o delikten çıkaracak kutsal bir güce dönüşebilir; bir bakıma,
Parry'nin peşinde olduğu kutsal kase'nin sunacağı beklenen ölümsüzlük
gücüne.
Sıradan günlük hayatlarımızda başkalarının hayatlarına müdahil olmayı
tercih etmesek de, seçimlerimiz ve eylemlerimiz bizi bir şekilde
diğerlerinin hayatlarına bağlayıverir. Bağlantısalcılara göre zaten
hepimiz kelebek etkileri ile bile olsa birbirimize bağlıyız. Doğrudan
hukuken sorumlu tutulacağımız hareketlerimiz dışında, vicdanen sorumlu
olacağımız o kadar büyük bir alan var ki. 1970'lerin ünlü tramvay
probleminde olduğu gibi, frenleri boşalmış ve hızla üzerinde beş kişinin
olduğu hatta doğru gitmekte olan tramvayı, üzerinde tek kişinin olduğu
hatta çevirmek elimizde olsa nasıl karar verebiliriz? O ünlü soruda
nedense denekler faydacı bir yaklaşımla sonucu tartışmaya çekilirken,
asıl önemli soru hemen hiç sorulmaz: yani hangi sorumlulukla ve hangi
yetki ile hareket edeceğimiz sorusu. Tanrıyı oynamaya başlamak hiç
şüphesiz çok cazip bir kudret göstergesi. Peki biz en azından Laplace'ın
şeytanı kadar eylemlerimizin ardışık etkilerini hesaplayabilecek
kapasitede miyiz?
Ender Şenkaya
Temmuz 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...