Yönetmen: Kristoffer Borgli İngilizce Adı: Sick of Myself
Yapım Yılı: 2022
Signe’nin ilgiye olan açlığı, medyanın erkek arkadaşının sanatına olan
ilgisinin artmasıyla artık için dayanılmaz bir boyut alır. İlgi odağı olmak,
Signe için bir varoluş sorunudur ve bunun için göze alamayacağı şey
yoktur.
Tür: Dram
Yazar: Kristoffer Borgli
Kast: Kristine Kujath ThorpEirik SætherFanny Vaager
Öne Çıkanlar:
“Esse est percipi”*
Aslında ne Türkçe “Hasta Kız” ne de İngilizce “Sick of Myself” Kristofer
Borgli’nin “ilgi manyaklığı” hikayesinin içeriğini karşılıyor. Kuzey
sineması son dönemde Joachim Trier’le beraber, modern insanın içine düşmüş
olduğu varoluşsal yalnızlığa ilişkin pek çok başarılı örnekler sunmaya
başladı. Hasta Kız da bu yönü ile ön plana çıkmakta.
İlgiye olan açlık, özellikle son zamanlarda sosyal medya kullanımının
yaygınlaşmasıyla daha görünür bir sorun olsa da, kökenleri arkaik
dönemlere kadar uzanan ve insanoğlunun bilinen diğer canlı türlerinden
ayıran temel bir özellik. Ölülerin canlılığını kaybettiğinden soluklaşmış
yüzlerine kırmızı boyaların sürülmesinden, yanlarında kıymet verdikleri
eşyalarla gömülmelerine belki de ekilen tohumlar gibi bir gün tekrar
canlanacaklarına ilişkin ümitli beklentilerden anladığımız, ölüm olgusunun
baş etmesi zor bir travma yaşattığı insana. Bir gün öleceğini bilerek
yaşama mücadelesine “kahramanca” devam eden, bilinen tek canlı türü de
insanoğlu yine. Martin Heidegger bu yüzden insanı “ölüme doğru varlık
olarak” tanımlamamış mıydı? Varoluşun özü yapıp-etmelerimiz ise, ölümü
yaşamadan varoluş tanımlanabilir mi peki? Lev Tolstoy’un İvan İlyiç’i,
ölüm döşeğindeki son sözleriyle ölümün de yaşanılan bir süreç olduğuna
atıfla “Ölüm bitti … O, yok artık” dememiş miydi?
Yukarıda anlatılanlardan yola çıktığımızda, yaşamla mücadele eden
modern insanı belki de “ölüme karşı insan” olarak tanımlamak “ölüme
doğru insan”dan daha ümitli bir varsayımı içerecek. Bu varoluşsal
mücadele, yaşadığımız döneme izimizi bırakma çabamızla şekilleniyor.
Çocuklukta el izlerimizi kumsallara bırakmamızdan, yeni dökülen betonun
üzerine kasten basmaya, sanatımızla milyonları etkilemekten, politikacı
olarak halkın birikimlerini çoğu kez boş projelere harcamamıza kadar pek
çok eylemimizin temelinde bu varoluşsal güdümüz yatıyor. Bu güdü belki
de sürekli çoğalma arayışında olan “hayat” dediğimiz biyolojik
mekanizmanın tam merkezinde yer alan özel bir kod sanki.
Signe ile Thomas’ın birliktelikleri de özünde ilgiye olan açlıklarının bir
dışa vurumu olarak karşımıza çıkıyor, Hasta Kız’da. Kendilerini ifade etme
dürtüsü toplumun ortalamasından uzaklaşabildikleri oranda güçleniyor. En
pahalı şarapları ısmarlayıp, ücretini ödemeden kaçmalarından, davetlerden
ve mobilya mağazalarından bazı taşınabilir ürünleri çalmalarına kadar
vermek istedikleri mesaj aslında, “biz sizden farklıyız ve bu farklılık ile dönemimize damga vuruyoruz” mesajından başka bir şey değil gibi. Thomas’ın bu küçük
“yaramazlıkları” sanat yolu ile topluma gösterme yolunu seçmesi ve bunda
da başarılı olarak ilgi çekmeye başlamasının, Signe’yi gölgede bırakır bir
durum almasıyla ilgiye yönelen arzu boyut değiştirmeye başlıyor. Artık
Signe’nin çocukluğundan ve büyük olasılıkla da bir baba figürünün
eksikliğinden kaynaklanan tüm sorunları su yüzüne çıkmıştır. İlgi çekmenin
en az yaratıcı yolu ise arkaik dönemlerden beri karşıdakinin empati
duygularına hitap edecek bir acındırma öyküsü uydurmak olacaktır.
Signe’nin, ilgi açlığını giderek kendi bedenine geri dönülmez hasarlar
verecek kadar ileri götürmesi yanında, Thomas’ın kendi içine dönükülüğüyle
kız arkadaşıyla sorununa kayıtsız kalması da olayların tamamen kontrol
dışına çıkmasının nedenleri olarak karşımıza çıkar. Signe artık geri
dönüşü olan noktayı geçmiştir. Thomas’la sevişirken bile aldığı tek zevk,
kendi cenaze törenini hayal ederken mesaj vermek istediği babası dahil
kişilere yaşatacağı acılardan duyacağı zevk haline gelmiştir.
Ender Şenkaya
Haziran 2023
* George Berkeley’in (1685-1753) “Varolmak algılanmaktır” anlamına gelen
sözü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...