Yönetmen: Emin Alper İngilizce Adı: Burning Days
Yapım Yılı: 2023
İlk görev yeri olarak Anadolu’nun ücra bir kasabasına savcı olarak atanan
Emre, bir müddet sonra aslında ne kendisini ne de toplumu tanıdığının
farkına varır. Bu farkına varış Emre’yi kendi ruhunun derinliklerine bir
yolculuğa çıkartırken, eşzamanlı olarak görevinden kaynaklanan ikilemler
arasında kaldıkça, yerli halkla arasında oluşan gerilim giderek yükselir.
Tür: Dram
Yazar: Emin Alper
Kast: Selahattin Paşalı, Ekin Koç
Öne Çıkanlar:
Genç bir insanın üzerine ne kadar sorumluluk yüklenebilir? Çok genç
yaşta, deneyim kazanmak üzere ülkelerinin en ücra bölgelerine görev
yapmaya gönderilen genç insanların dramının şimdiye kadar derinlemesine
sorgulandığı söylenebilir mi? Asker, öğretmen, doktor, yargı
mensubu olsunlar, bu genç insanlar yüzyıllardır hiç de hazır olmadıkları
sınavlara maruz kaldılar genç yaşlarında. Hemen her meslek grubu bir
şekilde toplumla karşı karşıya gelse de, özellikle yargı mensupları,
verdikleri kararlarla karşılarına gelen insanın geleceğinde söz sahibi
olmaları nedeniyle diğerlerinden ayrışıyorlar. Peki bu kadar önemli
görevler üstlenen genç insanlar bu görevleri öncesinde ne kadar
hazırlanıyorlar kendilerini bekleyen güçlüklere? Değişen dünya ile
beraber değişmekte olan toplum dinamikleri, halen yüzyıllar öncesinden
gelen yöntemlerle karşılanmaya çalışılmaya ne kadar devam edebilir?
Kurak günler bu sorulara cevap veremeyecek elbet, ama konun toplmu
gündeminde tutulması için bir işaret fişeği görevi üstleniyor.
Eğitimi, ailesi, devleti ile yerel halkın beklentilerinin çatıştığı
noktada sıkışmış genç insanlardan birisi, savcı Emre. Ugulatmakla yükümlü
olduğu -sözümona evrensel- hukuk normları (o her nasıl olacaksa) ile yerel
görenekler ve kültürel öğelerin sürtüşmesinin ortasında buluyor kendisini
ilk atandığı kasabada; her şey kitaplarda yazıldığı gibi karşısına
çıkmıyor gerçek hayatın içinde. Bu ayrışma da, genç savcı ile yerel halk
arasında temposu giderek yükselen bir gerilim olarak karşımıza çıkmaya
başlıyor öncelikle. Oysa bu sorun dünya çapında geçmişi en azından Roma
Hukukunun kendisi kadar eskilere uzanıyor. Roma’nın sonraki
imparatorluklara esin olan milletler hukuku ile başlayıp, Justinyen
döneminde kodekse dönüştürülen norm hukuk düzenlerinin birincil amacı olan
tüm ülke (imparatorluk) çapında uygulanacak tekdüze kurallar manzumesinin,
o günden bugüne farklı toplumlar tarafından ne kadar kabul gördüğü halen
bir muamma. Ülke insanının bir bölümü tarafından içselleştirilmiş kurallar
bütünü, diğer bir kesime de o kadar yabancı olabiliyor. Bu noktada, bir
toplum öbeğinin (konumuzda kasaba sakinleri) büyük bölümünce
içselleştirilerek benimsenmemiş normların meşruiyet sorunu karşımıza
çıkıyor; normu meşru kılan temel öğe umumi tanınırlığı olmasına dair ön
kabul değil mi? Bu durumda genel normlar mikro ölçeklerde sorunları çözmek
yerine, yeni sorunlar yaratan kaynaklara dönüşmüyor mu? Çağdaş hukuk
düzeni, bu çetrefil kültürel ve yerel ayrılıklar konusunu halen çözebilmiş
değil. Çözüm olarak sunulan da, taşrada görevlendirilen -genç insanların-
kapı arkası yöntemlerle, mevcut normları esnetmesi yani tolerans
göstermesinin beklenmesi. Kendileri de büyük ölçüde aynı değirmenden
geçmiş devlet aygıtı, kendisine bile itraf edip dillendiremediği bu
çatışmanın tüm sorumluluğunu, -altında ezilip ezilmeyeceklerine
aldırmadan- genç insanların üzerine yıkıveriyor; sistemin elleri de temiz
kalmış oluyor. Bir tür herkesce bilinen sırlar oluşuyor. İşin içine
politikacılar da dahil olduğunda, sistem birbirini karşılıklı olarak
besleyen simbiyotik bir hale dönüşüyor.
Konumuz özelinde, suya aç Anadolu kasabasının sorununu kısa sürede
çözeceği iddiasındaki kasaba politikacılarının önerdiği kuyu suyu
projesine, yeni gelen savcının obrukları tetikleme riski nedeniyle karşı
durmasıyla, bu kalıtımsal simbiyotik ilişki tehlikeye düşünce de toplumun
sinir uçları tetiklenerek “yabancı” savcı ötekileştirilme ile durumu
kabulleniş arasında bir seçim yapmaya zorlanıyor.
Emin Alper’in öyküsünde, yukarıdaki dışa dönük “yabancı” ile "yerel
toplum" ilişkisinin yanında, yabancının içe dönük sorgulaması da
ikinci bir öğe olarak karşımıza çıkıyor. Savcı Emre ile sıradışı
yakınlaşma cesareti gösteren gazeteci Murat, sanki Emre’nin korkularını
dışa vuran iç sesi haline geliyor. Bir yerden sonra konuşanın Murat mı
yoksa Emre’nin iç sesi mi olduğu giderek birbirine karışıyor. Farklı
cinsel yönelimleri olduğu iddia edilen Murat, toplum tarafından savcının
ötekileştirilme operasyonunun unsuru haline getirilmeye çalışılılrken,
karşılaştığı sorunlar derinleştikçe Emre de aslında kendisini ne kadar
tanımadığının farkına varmaya başlıyor. Özellikle kasabanın ileri
gelenleri ile geçirilen bir alem gecesinin ardından ortaya çıkan tecavüz
vakası ve olay sırasında kendinde olmadığı yansıtılan savcının da olaya
karışmış olabileceği imaları, hep doğruyu yapmaya odaklamış Emre için
yıkıcı bir hal almaya başlayınca, artık kendisinin aleyhindeki deliller
bile ortadan kaldırılabilir öğeler haline gelip, hukuk sistemi de esnemeye
başlayabilen bir mekanizmaya dönüşüyor. O zaman da tarihin en eski
oyununun nesnesi haline getiriliyor Emre: hukukla baş edemiyorsan, suç
ortağın haline getir, ve suçu genele yayarak normalleştir. İşte tam burası
cehennemin kapılarının açıldığı, geri dönüşü olmayan noktadır.
Düşmanlaştırılarak ötekileştirilen “yabancı” ile kısa dönemli çıkarlarını
kovalayan yerel halk arasındaki çatışma geri dönüşü olmayan noktayı
geçmiştir; yüzlerce yıllık terk edilmişlikten kaynaklanan sorunların
kaynağı olarak kasabaya yeni atanan aykırı savcı günah keçisi haline
getirilir.
Son sahnede, kızgın kalabalıklardan kaçmakta olan Emre ve Murat'ın
onları kovalayan grupla aralarında beliren obruk bir kurtarıcı mıdır,
yoksa bir daha kapanmamak üzere açılmış cehennemin kapısı mıdır, yoksa
kasabalılara “deux ex machina” gibi göklerden gönderilmiş son bir uyarı
mıdır, karar seyirciye bırakılmış.
Ender Şenkaya
Temmuz 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...