Yönetmen: Simon Stone
İngilizce Adı: The Dig
Yapım Yılı: 2021
İkinci Dünya Savaşının hemen öncesinde, İngiltere tarihine ışık tutacak en önemli keşiflerden birinin ortaya çıkacağı arekeolojik kazının gerçek hikayesi.
Yazar: Moira Buffini(senaryo), John Preston(roman)
Arkeoloji hiç şüphesiz günümüz tarih yazıcılığının en önemli unsuru. Kimi kazara yapılan keşifler tarihe bakışımızı toptan değiştirebiliyor; kökenlerimizi anlamaya yönelik serüvenimize yeni heyecanlar katabiliyor, Göbeklitepe'de olduğu gibi.
Mimaride olduğu gibi arkeolojide de artık büyük ustalar devri kapandı. Eğitim kurumlarımız endüstriyel tüketimin gereksinimlerine yönelik insanlar yetiştirmeye odaklanmış durumda. Artık Anthemiuslar Isidoroslar çıkıp da bir mimari şahesere imza atmıyorlar; yerlerini ve benzersiz yeteneklerini daha çok eğitimli ama daha tekdüze işlere imza atan değerlere bıraktılar çoktan. Aynısı arkeoloji için de geçerli. Derin ve sonsuz meraklı Champolionlar ya da Schielemanların yerini artık mesleklerini daha çok geçim gailesi ile icra eden eğitimli insanlar aldı, birkaç istisna dışında. Filmimizin kahramanı Basil Brown da o eski "alaylı" büyük ustalar kuşağının son temsilcilerinden. İşte tam da bu nedenle okullu alaylı çatışması bir yerden sonra kaçınılmaz olarak filmin merkezine oturuyor. Başarının sahipleneninin çok olması doğal.
Yunan mitolojisinde, Hades’in Lethe nehrinin suyundan içenler geçmiş acıları unuturlarmış; yani varsayılan diğer dünyanın getireceği mutluluk bir tür nisyan ile malulmüş. Eski Yunanca’da unutmak anlamına geliyor lethe. Ve ondan türetilmiş "alethia" unutulanının üzerini bir anlamda açmak, açığa çıkarma ya da gerçeğe tekrar ulaştırmak anlamına geliyor. Aynen Platon'un Meno diyaloğunda "öğrenmenin aslında unutulmuş olanın tekrar açığa çıkarılması olduğunu" söylemesi gibi. Heidegger'in, Varlık ve Zaman'da bu unutma ve hatırlama ilişkisini gerçeğin özü olarak ifade etmesi ile yeniden gündeme gelmişti "alethia". İşte aslında "yeniden hatırlama ve açığa çıkarmak"nın moden ifadesi olan arkeolojinin son büyük ustalarından Basil de kazı yapacağı mülke öyle bir ırmaktan geçerek gelecektir. Unutulup gitmiş olanı açığa çıkarmaya adanmış gibidir.
Basil Brown'ın yapacağı keşif, İngiltere tarihinin az bilinen bir dönemine yani Angıllar ile Saksonların ilk kez adaya yerleşmeye başladıkları zamana uzanıyor. İmparatorluğun son döneminde (IS 440) daha çok Alman Got kavimleri bir miktar da Galyalılarla ümitsiz bir mücadeleye girişen Romalılar, Britanya adasından kuvvetlerini çekince, ortaya çıkan vakum diğer Alman kavimleri Angıllar ve Saksonlar tarafından doldurulacaktır. Avrupa anakarasının büyük bölümünde Roma'nın yıkıntıları üzerinde kurulan devletler bir şekilde hukuk ve devlet düzenlerini imparatorluktan miras alırken, Britanya adası hemen tamamen kendi pagan kuralları üzerinde yaşamaya devam etti. Bugün bile İngiliz hukuku ile Medeni Hukuk (Civil Code) arasındaki bu ayrım devam etmekte. Hoş İngiliz hukuk sistemi Angıl ya da Sakson kökenli değil, Norman kökenli olsa da bu ayırım son derece çarpıcı.
Britanya Adası'nın varlığı Avrupa anakarasındaki çekişmelerin gölgesinde kalır uzun süre, ta ki bir papa pazarda köle olarak satılan birkaç çocuğu görene kadar. Kim olduklarını sorduğunda "Angıllar" yanıtını alır, duruma üzülür ve onları "Angel - melek" yapalım der. Bu şekilde adanın Hıristiyanlığa dönüştürme aşaması başlamış olur. Oysa İrlanda çok daha önce, dördüncü yüzyılda yine bir Britanyalı olan Aziz Patrick tarafından katolikliğe dönüştürülmüştür. Adaya adının da Angıllardan (Angle Land) geldiğini ekelyelim bu noktada.
Basil'in yaptığı keşif işte bu karmaşık, az bilinen pagan dönemi aydınlatmaya dönüktür. Kendisini doğu-batı yönünde gemisi içinde, ganimetleri ile gömdürten Angıl kralının bir pagan olarak öldüğü kesindir. Yeniden doğuşa ve bu yeniden doğuşun bir tufanla geleceğine inandığı da aşikardır. İronik olarak Basil kazıyı bitirdiğinde şiddetli bir yağmur başlar. Kral ümit ettiği tufana kavuşmuştur; yeniden doğmamış olsa bile. Filmde vurgulandığının aksine, kralın yanında bulunan hazine bölük pörçük sikkelerden ve Bizans'tan gelen birkaç gümüş kaşığı da içerdiğinden düzenli vergi toplayan bir devlete değil yağma ekonomisine işaret etmektedir.
Eşini kaybetmiş ve ondan miras kalan büyük bir gayri menkul üzerinde yaşayan Bayan Pretty, yakalanmış olduğu amansız hastalık nedeniyle büyük olasılıkla arkasında kalıcı birşeyler bırakma dürtüsü ile Basil'in kazısını destekleyecektir. Her ne kadar arkeolojik buluntu olsa da ortaya çıkan kalıntılar İngilizlerin yukarıda bahsettiğimiz hukuku sistemi çerçevesinde mülk sahibine aittir. Yine de Ms Pretty adının yaşayacak olması koşulu ile buluntuları okullu arkeologlara ve British Museum'a teslim eder. Basil'in elinde sadece yaptığın keşfin şahsi tatmini kalmıştır. Film boyunca Bn Pretty ile Basil arasında gidip glen yakınlaşma arzusundan ortaya çıkan elektrik, eşinin acısının oluşturduğu zindandan çıkamayan Ms Pretty nedeni ile bir türlü ilerlemeyecektir.
Filmin sonunda Britanya adası artık savaş çanlarının duyulduğu bir döneme girmiştir. Ölülerin yıkandığı sembolik Lethe ırmağına düşerek hayatını kaybeden pilotun, öbür dünyada mutluluğu yakalayıp yakalamadığı ise meçhuldür.
Ender Şenkaya
Temmuz 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Film hakkındaki izlenimlerim...